11 Aralık 2016 Pazar

HADİ KALK ARTIK N'OLUR

Her  yer gecenin sessizliğine bürünmüş . Koca şehir suskun bu gece . Şehri inleten tek bir şey var gözyaşları ve karmaşık çığlıklar ... Durmadan sevdiğini arıyor insanlar . Oradan oraya koşuşturuyorlar . Telefonlar çalınca herkesin yüreği ağzına geliyor . 


Ben ise elimde geçen hafta doğum günümde aldığın ayıcığım ile seni arıyorum .

Her yer ateşlerle kaplı , dumanlar zehirliyor nefesimi , gözlerimi yaşartıyor .

Her yer acı , gözyaşı , şehit kanı ...

Baba , ben geldim ,hadi uyan ! Üşüyorum , korkuyorum baba . Yerler neden senin kanın ?

Baba ayıcığım ile dizlerim kırmızı oldu , kalk yerden hasta olacaksın . Ben yere yatınca hasta olurum diye kızardın şimdi sen yatıyorsun . Hadi baba eve gidelim . Ellerin soğuyor , rengin gidiyor , gözlerimin önünde soluyorsun babam , biricik kahramanım ... KALK!..

Annem ile ben ne yapacağız sensiz ? Bizi neden hatıralarınla bırakıyorsun baba ? Şimdi şu yerde yatıyorsun ya sen korkma diye ayıcığımı yanına bırakıyorum babacığım . Karanlıkta korkma diye o seni korur . Bana verirken ''Bu ayıcık seni karanlıktan koruyacak meleğim hiç korkma ." demiştin . Madem sen kalkmıyorsun o zaman bu karanlıkta seni korusun .

Kasklarınız neden yerde ? Yollar neden kırmızı ? Teyzeler , amcalar , nineler , dedelerin gözleri neden yaşlı ? Susma baba hadi konuş benimle , aç gözleri n'olur .

Gözlerimin önünde seni içine koydukları kutunun üzerine bayrağı örtmüşler , polis amcalar da bekliyorlar . Nereye götürüyorlar baba? Kalbimin üzerine resmini takmışlar bu ne demek baba ?

Gitme babacığım , bırakma beni n'olur ...

Uyan babacığım , aç gözlerini...

Hadi kalk artık , n'olur ...




















1 Aralık 2016 Perşembe

İLAYDA'MA

 

29.11.2016 saat 07.10 bir kalp sancısıyla açtım gözümü garip bir sabaha ne sen varsın ne de güneş. Etraf sus pus , kasvetli bir hava neredesin güzel gülüşlüm , ay parçam ... Bu soğukta neredesin?...

Feryat figan seni arıyorum , sen yoksun . Neredesin İlayda'm duyuyorsan seslen bize , gelelim yanına birlikte kahkahalara boğulalım . Biz kahkaha attıkça açılsın güneş , saçsın tüm ışığını dünyaya , çiçekler tütsün senli sokaklarda.

Şimdi neredesin İlayda'm? Neredesin inci tanem , meleğim , neredesin ?

Güneş neden doğmuyor , bulutlar neden üzgün , yağmur neden sağanak yağıyor İlayda'm ?

Hayallerimiz vardı bizim yüzün gibi güzel , gülüşün gibi içimizi ısıtan , saçların gibi uzun , ince ince dokuduğumuz , çantan gibi toz pembe ama bizim hayallerimiz vardı.

Şimdi aldılar seni benden . Ama sormadan , ne halde olacağımızı düşünmeden aldılar seni benden İlayda'm ... Daha yaşayacağımız , yaşatacağımız çok şey vardı şimdi neredesin ?

Hadi bir tanem gel yanıma , tut ellerimden , gül yine gözlerimin içine bakarak . Biliyorum görüyorsun , duyuyorsun beni , bizi . Peki neden susuyorsun melek yüzlüm? Söyle neredesin ? Bende geleyim . Şimdi mezarının başında feryat etmektense al beni de yanına . Ama beni bir başıma hele de senin acınla bırakma beni İlayda'm , bir tanem , her şeyim ...

Hani sen gittin ya arkanda bizi , hocamıza verdiğin son sınav kağıdını , sıranı , anneni , babanı , kardeşlerini , kalemlerini , kitaplarını,  en çok da hayallerini yarım bırakıp gittin sen . Sana kal diyememek , sana dur diyememek çok acıtıyor canımı İlayda'm . Çok.

Ben şimdi her başıma gelen saçma , komik , önemli konularımı kime anlatacağım ? Elime her telefonu alışımda rehberde gezinirken sen geldiğinde ben o numarayı aradığımda neden açanı yok neden ?!

Şimdi nasıl devam edeceğim sensiz , bizsiz . Ama üzülme bir tanem , her şeyin bana emanet . Biliyorum şimdi bir yerlerden izliyorsun bizi , üzülme İlayda'm , üzülme güzel arkadaşım biz buradayız . Arkadaşların , ailen , hocaların tastamam ayaktayız .

Üzülme inci tanem üzülme . Yattığın yerde rahat uyu meleğim . Rahat uyu bir tanem . Çünkü biz hep yanındayız seni asla unutmayacağım , unutturmayacağım...

İyi uykular prensesim.

İyi uykular İlayda'm .

İyi uykular ...



6 Kasım 2016 Pazar

HAYALLERİMİN BİTTİĞİ YERE...

 
Bir hiç uğruna yaşıyorum şu hayatı .

"Düşlüyor musun?" sorusuna verilecek ne bir cevabım nede bir tepkim var aslında . Ne olacak diye düşünüp dururken sen geldin aklıma . Güzel bir kıyıda güzel kokun , düşlerim geldi aklıma kendime yasakladığım düşlerim...

Dalıp gittim yine uzaklara...

Ne hayal kuruyorum ne de düşünüyorum amaçsızca. Boşa zaman kaybediyorum. Şu anımı hayallerime , kaçtığım duygusal dünyama harcasam şimdi kazmayacaktım o derin çukuru . Bile bile kazıyorum  aslında  hayal kurmayı yasakladığım zamanlarımda ..

Şimdi umudum , mavide bulduğum huzurum , güz yağmurlarım var orada . Bunlar varken beni heyecanlandıran , gözlerimin ışıltısını , sol yanağımdaki gamzemi ortaya çıkartacak bir şey  yoksa ortada ... işte o an;

Hayallerimin bittiği , kendimi bitirdiğim andır .

Sevdiklerime , en çok da sana düşen vasiyetim ;

Beni hayallerimin bittiği yere gömün!

Belki umutsuz birinin yeniden başlangıç noktası olurum kim bilir ...


KALEMİME

Kalemim;

şimdi de ait olduğu satırları arıyor. Arıyor ama ne tarafa doğru gideceğini bilmiyor .

Çaldığı her kapıdan kovulmuş , çizdiği her yolda çıkmaza , amansızca sürüklenmiş ve en sonunda durmuş , görmeye çalışmış , bunca geçmişini ve şuan nerede ve ne zaman da olduğunu...

İlham kaynağı içinde, sönmeyen derin , kabuk bağlamaya yüz tutmuş ama her defasında yeniden kanatan bu , denizlere derya olup kalemimle karanlık geçmişimi temizlemeye çalışırken kim bu bize çıkmaza sürükleyenler?

Kanatıyorlar zorla kapanmayan yaramı .Ben istemesem de kanatıyorlar işte öyle döküyoruz o güz yağmurunun bıçak yarasında keskin damlalarını. Süzülüyor al yanaklarımdan ,yine hep aynı yerde kalemimin en güzel cümlesinin tam ortasına düşüyor. Tıpkı bizim şimdiki dünyamız gibi...

Bu dünyayı aydınlatmak da karartmak da bizlerin elinde. Elinde ama hem bu fırsatı verip hem de bu fırsatı almak: Kimin mantığına yatıyor ki?!

Bizlere sunduğu her fırsatı özgürce uçan kuşlar,soluksuz akan dere , dostane kayalarına acımadan dalgalarını çarpan , sert denizim  gibi hür irademle yapmadıktan sonra neye yarar ?!

Gel gelelim bir de duygu meselesine. Siz benim hayallerimi , duygularımı , yaşama tutkumu elimden almakla ne büyük bir suç işlediniz!

Siz benden sadece ruhumu değil, çelimsiz vücudumu da aldınız!

Siz benim tüm ömrümü aldınız!

Şimdi söylüyorum size :

Bu hayatta düşünüz kadarsınız...

Düş'ünün ne kadarsınız?...

22 Ekim 2016 Cumartesi

EN ÇOK DA KENDİMDEN...

Kaçıncı bu gidişim , susuşum , içime atışım kaçıncı?

Sanmasınlar ki vurdum duymazım , sanmasınlar ki hiçbir şeyin farkında değil , sanmasınlar ki ben hala küçük , her şeye kanan 5 yaşındaki kız çocuğuyum...

Büyümekten soğuttular , ağlamaktan , gülümsemekten , paylaşıp dertleşmekten... Neden herkes sahip oldukları hayata karşılar?

Neden herkes deveye hendek atmakla uğraşıyor ki ?

Sürekli sorgulamaktan , sorgulanmaktan yoruluyor insan .

Yıktığım her duvarlarda yenisini inşa ediyorlar. Nereye kadar yıkacağım ? Nereye kadar çekeceğim bu acıları? Suskunluğumla denizler taşacak , kayalara vurdukları hırçın dalgalarıyla kayaları aşındıracak. Kim nereye kadar dayanacak söyleyin bana?!

Kaçıp saklanıyoruz her gece yorganın altına sanki tüm dünya bize düşman olmuşçasına . Büyümek bu ise eğer özür dilerim kendim , ben yapamayacağım. Tükendim , tüketildim artık...

Ben anlamaya çalıştıkça anlaşılmıyor isem,

Düşlerimi kuşkusuzca gerçekleştiremeyecek isem,

Bana armağan edilen hayatı benim adıma belirlenen çerçeveye
sığdırmaya çalışacak isem,

Kusura bakma  kendim...

Özür dilerim her şeyden , herkesten..

En çok da kendimden....

17 Ekim 2016 Pazartesi

EN ÖNEMLİSİ DE...



Bir yerden başlamak gerek. Kendimizden , çevremizden yada yaşanmamışlıkların arkasına sığınıp,kaçtıklarımızla yüzleşmemiz gerek. Bu cümleyi okuduktan sonra aklınıza ilk gelen soru "İyi de nasıl yapacağım?"dır. Bir kereliğine hayatınızı "Neyi?,Nasıl?"gibi sorulara sığdırmadan yaşamayı denesenize... Belki farkı o zaman görebilirsiniz , kim bilir?

Şuan bulunduğumuz yada iç yüzü ile yeni tanışmaya başladığımız ki çoğumuza göre olmaz olası hayatın hangi pencerensinden yada ne tarafından baktınız? Çoğumuz ilk anda boş tarafından bakarız.Ama en en çıkılmaz ,"bunun hiçbir dolu tarafı yok." dediğimiz zamanlarda bile o kadar dolu taraf vardır ki sadece görüp anlayabilmek gerekir. Bu apaçık "bak ben buradayım" demez,fark edilmeyi bekler her zaman . Fark edeceğiniz anı siz belirlersiniz .

Çoğu yaşadığınız olaylarda ilk yaptığınız kurgulamaktır . Beyin her olayda "NASIL ve NEDEN?" sorularının cevaplarını aradığı için başlar senaryoları yazmaya. İlerleyen zamanda(kurgulamayı bıraktığınız zaman)bunu gördüğünüz an olaydan soğuyup , unutmaya yada bu konuyu düşünmenize engel olduğunuz zaman anlarsınız. Kendinizi görmeye başladığınız an her şeyi göreceksiniz...

Aslında "kendiniz görmeye başladığınız an" diye bir şey yoktur. Sadece içinizde bıraktığınız(yaşanmamışlıklar), korktuğunuz yada kendinize sesli bir şekilde söylemeyip , buna inancınız olmadığı için çevrenizden "kendini gör , kendin ol" lafları ortaya çıkar .
Bütün bunların tek veya bir çok sebebi aslında biziz yada bizi etkileyen faktörlerdir. Bir insan gerçekten inancı olduğu her şeyi başarabilecek güçtedir. Sebebi bizizden kastım şu ki anı yaşamak yada anın getirdiği duyguları yaşamak tamamı ile bizim tercihimizdir . Yaşanmamışlıklar da öyle . Ne demek istediğimiz iyice bir düşünün, elbet aklınıza en doğru cevap gelecektir.

Bu hayatta ki pişmanlıklarınızı en kısa sürede anlamanızın yolu :

Her anınızı düşünmeden ( kurgulayıp , planlamadan) yaşamayı öğrenmektir. Öğrenirken verebileceğim en güzel ipuçları;kendinizin değerini ve size verilen değerin kıymetini bilmektir.

En önemlisi de....

16 Ekim 2016 Pazar

YAŞANMAMIŞLIKLAR...

Kayıp içi birçok acıya hapis olmuş yıllarımın ardından şimdiye gelip , orada kalmaya çalışmak...

Düşünüldüğünde zor geliyor insana ama oluyor işte durmak bilmeyen zaman gibi... Hem kanatıp hemde zamanla yarayı soğuttuğu gibi.

Şimdi de yani anda kalmak , anı yaşamak gerek . Ama öyle hafife almaktansa gerçekten de ya o anın tadını doya doya çıkarın yada yaşamaya kalkmayın çünkü o zaman kendinizden çooook uzaklaşıyorsunuz.

Anı yaşamak dediğimiz temel hayat felsefimize baktığımızda , yapması çok basit görünüp , etkili olan bir şeydir. Temelinde hissetmek ve ne bir saniye öncesini nede bir saniye sonrasını düşünmek yatar.

Geçmişin getirilerine , açtığı yaralara , içinizde bıraktığı derin izlere bir bakın . Ama sadece bakıp geçmeyin , aynı zamanda hatalarınızın da farkına varıp , görmeye çalışın. Bunu yaparken o tarihte kalmayın sadece anımsayıp şimdiye dönüş yapın . Pişmanlıklarınızı görüp hissettiğinizde evet canınız çok yanıyor  ama şuan ki sağlam karakterinizi o pişmanlıklar oluşturuyor . Ama bu anlayan ve gören için geçerlidir . Anlamayıp veya anlamamakta ısrar edenlerde vakti geldiğinde öyle bir şeyle karşılaşacaklar ki o zaman anlayacaklar . Ama onu yaşamamaya gayret edin çünkü genelde o size sevdikleriniz tarafından verilen bir hayat dersidir...

Bu dersi alırken kendinizi yalnız hisseder , birine ihtiyaç duyarsınız.Bu sadece o ders için geçerli değildir her zaman bu böyledir.İnsan duygularını paylaşmak için birine ihtiyaç duyar.Bu bir nebze doğanın kanunudur...

Bunda duyulan ihtiyaç ise yaşanmamış , yaşatılmamış duygulardır. "Büyüyünce yaşarsın ne olacak sanki?" diyenler elbette çoktur. Ama onlarda kendilerinden kaçtıkları için öyle söylerler.

Yaşanılmıyor sonradan ,yaşasanız bile o anki tadı vermiyor , bundan emin olabilirsiniz. Çünkü o"AN"da ki lezzeti asla vermez. Ha deneyip de yapanlar, yapmaya çalışanlar elbette var. Yapamayanlar ise çekindiklerinden değil , korkularından dolayı yılların biriktirdiği veya ertelediğimiz o yaşanmamış duyguların korkusu...

Şuan bu satırları okurken de anda kalın . Bu yazar bize neyi aşılamak istiyor yada hangi tecrübesini aktarmaya çalışıyor , okurken cevabını bulmaya çalışın . Ama arayarak değil , anda kalıp hissettiğiniz zaman cevabı bulmuş olacaksınız hemde size en içten gelen doğru cevabı....

Hayatınızı , geçmişi ya da geleceğinizi kurgulayarak değil de , anda kalıp onun vermek istediği hediyeleri hissederek almaya çalışın.

En önemlisi yaşanmamış duyguları yaşayarak ...




26 Eylül 2016 Pazartesi

SEN YOKSUN ANNE!



 Mevsimler hızla gelip geçmekteyken içimde tuttuğum yaralar neden zamanla yok olmuyor?

Birlikte geçirdiğimiz her an , her mekan , her sözcük , kulağıma aşina olan her müzik  seni anımsatırken şimdi sen neredesin anne!?

Her güne senin öpücüğün ile uyanıp , bakışlarınla kendime geldiğim , sırf benim için geceni gündüzüne katan dertlerime benim yerime de üzülen annem.

Gittiğinden beri her yere yağmur çamur demeden , seni arıyorum . Birlikte dinlediğimiz müziklerde o güzel sesini duymaya çalışıyor , yastığımda kokunu , hafif meltemde bana dokunuşunu hissetmeye çalışırken sen yine yoksun.

Oturdum , pencereden yıldızlara bakıyorum. Bakarken seni aradığımı düşünüyorsun ama ben seni nerede , hangi saat diliminde , kaçıncı takvim yaprağında bıraktım ? onu düşünüyorum.

"Bulabildin mi?" diyecek olursan "HAYIR!" Küçükken hep derdin bana"beni ne zaman kaybeder , bulmak istersen bil ki mavinin derinliklerin deyim."derdin.Tabii ki de gidip baktım . Ama değişen bir şey yok sen orada da yoktun...

Zaten hiç olmamıştın .Ben seni ben olmadan önce kaybettim. Küçük bir kız çocuğu iken.

Şimdi koca genç kız oldum ama sen artık benim için 5 yaşında düşlerimde saklı ANNEMSİN...

25 Eylül 2016 Pazar

SAKLI GÖKKUŞAĞI


Sıkıldım yine her şeyden, karşıma geçip ahkam kesenlerden, umutsuz dolu bakışlardan, dünyanın sonu gelmiş, sessiz limanında hiç gemi kalmamış gibi davrananlardan sıkıldım.

Kızıyorum bazen onlara ve de kendime.  "Biz bu hale gelene kadar daha önceden neden fark edemeyip, aynada kendimizi göremedik? "diye söyleniyorum içten içe.
Ama hep kendime ve bizlere, bu hale gelenlere söyleniyorum.

Sonra yağmur altında delicesine dolaşırken, birden kalbime bir hançer saplanırcasına kalakalıyorum. Canım çok acıyor ama belli etmiyorum. Biliyorum ki sevenlerim kahrolacak. Lakin "Bu hançer nereden çıktı?"  diye sorarsanız eğer dönüp bir yaşadığınız hayata göz atın, orada bulursunuz belki...

En basiti çıkmaza sürükleniyoruz. Kimimiz bizi uyarıyor ama duyan yok, varda yorumlayış biçimi farklı. Sanki ayrı lisanları konuşuyomuşuz gibi boş ve anlamsız bir şekilde bakıyorlar. O an o bakışmadan sonra işte hançer daha da çok saplanıyor. Susuyorum...

Bir an yağmuru izliyorum ve dinlendirici müziğim olan su sesini dinleyerek, düşünüyorum."Bu insanlar neden boş ve anlamsız  bakıyorlar? "ama en önemlisi" Neden hissiz? "diye düşünürken, hayatın bana öğrettikleri ve şahit olduklarıma göre sevmesini bilmedikleri, bakmasını bilmedikleri ve en önemlisi içten gülümseyip, karşısındaki insanında gönül gözünü açamadıkları için o anlamsız, içler acısı bakışkar ortaya çıkıyor.

" Hiç de bile benim bakışlarım gayet anlamlı"diyenler sizlere tek bir sorum olacak.

O anlamlı bakışlarınız ve siyah beyaz dünyanızda saklı Gökkuşağınızı görebiliyor musunuz? Evet, görebiliyorum deseniz dahi size inanmıyorum. Çünkü bunu anlamanın tek yolu:

Anlık  içten gelen gülümsenizde saklı...

19 Eylül 2016 Pazartesi

SENSİZLİĞİ ÖĞRENEMEMEK


Gözlerim seni , burnum kokunu , kulaklarım sesine hasret neredeysen çık gel ömrümü ömrüne adadığım.

Bir bilsen ne haldeyim , sensizliğin tanımı nedir yazmıyor hiçbir kitapta.

Sen bana söylerdin de ben anlamamazlıktan gelirdim ya hani şimdi anlıyorum . Ama ilk defa bir şeyi anlarken canım yanıyor , ciğerimi söküyorlar sanki beni duyan yok .Kuyuya düşüp yardım aramak veya toprağın altına gömülüp kendinle baş başa kalmak gibi anlatılmaz yaşanır ama yaşandığı zamanda aklına , kalbine isminin her  bir harfi kazınırcasına öğreniyorsun sensizliği .

Şuan neredesin , ne haldesin bilmemek aklımı yitirmeme sebep ama ben seni kalbimde , sesini şarkılarımızda , kokunu yastığımda , sesini ise denizimden alıyorum .

Merak etme  ben bunun da üstesinden gelirim . Aşkımızın sana olan sevgimin bunu aşacağından da eminim ama tek korkum ne  biliyor musun sevgilim?

Bu aşkta ikimizde birbirimizden habersiz kül olup gidersek diye çok korkuyorum .

"Korkma! Ben varım." dediğini aklımdan çıkarmıyorum ama öyle bir an geliyor ki dünya bana karşı.

Kimsenin beni anlamadığını düşündüğüm zaman sen sevmezsin ama kendime zarar vermektense kendimi atıyorum ikimizin yerine .

Benim seni , senin beni bulduğun yere...

17 Eylül 2016 Cumartesi

BİL Kİ ...



Damla damla akıttığım gözyaşlarımda , içimde ne fırtınalar koparttıysam hepsinde seni aradım .

Belki elimden tutar "Kalk!" dersin diye .

"Ağlama , göz yaşına kıyamam." deyip , saçımı okşarsın diye bekledim .

Ama yoktun...

Beni sessiz limanın da her gelen gemi de anılarımızı , her gemi düdüğü duyduğum da kahkahalarımızı , her martı sesi duyduğumda  bana fısıldadığın sözcükler gelirken aklıma bense şimdi durup denize seni fısıldıyorum.

Fısıltımsa ...

Dalgalarım seni benden aldıysa bil ki iyiliğin için .

Martılarım attığım simitleri düşürmüyorsa bil ki kokumu hissetmemen için .

Gemilerim düdüklerini heyecanla çalmıyorlarsa bil ki geldiğimi anlamaman için .

Ve bil ki .

Sen sadece ben değilsin...

Aslında sen benim nefesimsin...

Kendime yasakladığım son nefesim ...


15 Eylül 2016 Perşembe

KARANLIK GÜNÜN ARDINDAN

 
 
 
Terk edilmiş sayfalardan sonra şimdi de arkama bakmadan evimin , odamın kapılarını sertçe kapatıyordum . Hayallere daldığım ağacım , yıldızlarla sohbete dalıp , uyuyakaldığım geceler şimdi ise bomboş.

Bunca zaman yaşanılan , ders alındığı zannedilen , kabullenmesini bir türlü öğrenemeyip, her şeyin , sevginin , aşkın , paranın , solunan havanın daha fazlasını istercesine yapılan hatalar , göze batan davranışlar sanki hep çocuk bırakıyor , umudumu kaybediyordum.

O gün son hatamı yapıp , hayallerime emin adımlarla ilerlemenin verdiği huzuru yaşarken , bir an durup dilsiz duvarlarıma ve ayak yatağım olan pencereme bakıyordum .

Saklı dünyamda öfkemden çatlamış duvarlarım , gözyaşlarımla çamurlu hale gelen odam da kendi ellerimle güneş kadar sıcak , deniz kadar hareketli , yıldız kadar parlak hayatımı tek bir dokunuş ile siyah beyaza çevirip ,  etrafa yana yakına "Kurtarın beni!"diyordum.

Keşke şu duvarların görüp bildiklerini anlayabilsem. Denedim. Bir iki üç bıkana kadar denedim ve en sonunda hissettim.

Her karanlığın sonunda beni bekleyen sonsuz ışığımı bu sefer görüyordum . O an hayatımın hem bitiş hem de başlangıç noktasıydı . Ve ben bu dönüm noktamı kaybetmek istemeyip arada geçmişime baktığımda hatırlayacağım bir iz bıraktım.

O da sol ayağım...
 
 


14 Eylül 2016 Çarşamba

HASAT ZAMANI



Hata üzerine hata ve bu hatalar karşısında dağıtılan akıllar....

Akıl dağıtmak ne de kolay bir işmiş öyle... Peki dağıtılan bu akılların doğru mu yanlış mı olduğunu nasıl anlayacağız?

O kadar anlatıyoruz , büyütüyoruz , danışıyoruz . Olaylara veya başımıza gelen en ufak şeyleri bile o kadar dallandırıp budaklandırıyoruz ki sanki dünya yörüngesinden çıkmış gibi hiç oturup düşünmeden , direkt kurgulayıp daha sonra başı kesilmiş tavuk misali oradan oraya "Ne yapacağım şimdi?" diye sinyaller verip duruyoruz.

Bunları okurken tabii ki başınıza gelen böyle bir olayı hayal edip , içten içe güldüğünüzü ve yanağınızdaki o hafif kızarıklığı hisseder gibiyim.


Yaşanılan her iyi kötü olayda durup düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyiz. Olaylara dönüp baktığımızda en çok söylediğimiz  "Aaa, bu böyle miydi?..." cümlesini kullanmak yerine düşünerek hareket etmeliyiz.

İlla ki çıkmaza varıp , bir gece elma ağacının altında oturup kafamızın "DANK!" etmesini beklemeyelim.

O düşmeden , biz onu yiyelim....

13 Eylül 2016 Salı

SONSUZ BEKLEYİŞ


Geçip giden yılların ardından penceremde oturup yolunu gözlüyorum. Gelmeyeceğini bilsem dahi.

İçimde bir kıpırtı var sanki "Vazgeçme, sabret çok yakında gelecek." dermişçesine.

Belki de kendimi kandırıyor veyahut avutuyordum, kim bilir?

Sen gittin anladım da geride bıraktıkların...

Beni bir başıma, yapayalnız, pencere başlarında yoldan geçen her sese topal ayağımla, yarı gören gözlerimle koşmaya zorlayanlar şimdi neredeler?!

Bunları dile getiremiyorum ama beni görüp anlayanlar çoktan kaleme almış, yazıyorlardır. Yazmaları güzel lakin bunu benim hislerimi anlamadan, gözlerimin içine , tenimin sıcaklığını hissetmeden üstünkörü kaleme almaları canımı yakıyor.

Şimdi kapım çalsa, gidip açmaya ne mecalim ne de dermanım var...

Diyeceğim o ki benim gözümü yollarda bırakanlar elbet bir gün senin gibi arkamdan baka kalacaklar.

Ta ki ben sizleri affedene kadar...

9 Eylül 2016 Cuma

OLMAYANI HİSSETMEK



Geçmişte yapılan hataların buram buram hissedildiği bir akşam vakti kurdum soframı.

En sevdiğim plağım hazırda. Gecenin sessizliğinde seni düşlüyorum. Biliyorum arkamdan hüzünlü gözlerle sessizce beni izliyorsun ama sadece izliyorsun.

Konuşmuyorsun mesela. Dokunmuyorsun, varlığını hissettirmiyorsun ama ben yine de hissediyorum, biliyorum.

Sen bunları yapmadıkça, ben de çareyi sigaramda buluyorum.

Hissediyorum kızıyorsun peki neden susuyorsun?

Hani eskiden derdin ya "Şu mereti içiyorsan ya tam iç kafanda kurduğun onca şeyleri silip at ya da hiç içme!

Çünkü sen bu şekilde içtiğinde , geceleri uykunun en tatlı yerinde bal dudaklarından öpemiyorum.

İçimde kalıyor kendimi  suçluyorum. İkimize de  acı çektirmek yerine bir karar ver!

Tabii çilingir sofran ve sigaran olmadan...

Sen bu kararı vermediğin sürece, ben olmayacağım, ben olmayınca sen nefes alamayacaksın.

Ve sen artık yaşayan bir ölü olacaksın."

Fark ediyorum da sen sustukça ben zaten yaşayamıyorum.

Haklıydın sigara zarardı. Sigara ölümdü. Sigara bir avuç kağıda sarılmış  zehirdi...

Sigara pişmanlıktan öte ayırıcıydı . Nereden bilebilirdim ki seni benden alacağını?...

Şimdi sen hayat denen yerde bensizlikle yaşarken , anladım ki aslında

Susan sen değilsin, susan benim.

Yaşayan sensin, ölen ben....






  

8 Eylül 2016 Perşembe

GÖZLERİMDEKİ ARAYIŞ


Çaresizliği, çıkmazda oluşu, birinden bir beklenti içinde olduğu o kadar belliydi ki bunu anlatmaya kelimelerim kifayetsiz kalıyordu.

Gözyaşları yanaklarından her zaman ki gibi değil de , farklı bir yol izlercesine süzülüyordu. Kendisine kapanan her kapıda, yardıma ihtiyacı olduğunda onun sesini kimse duymayınca her zaman ki yaptığını yaptı "Bu da geçecek!" deyip, umutla gökyüzünü seyretti.

Seyrederken hep düşlerini anlattı. O anlattıkça ben dinledim. Ama dinlerken bir şey farkettim . Sanki ben yokmuşum gibi kelimelerini seçmeden, gözlerinin içi gülerek, içten içe heyecanlanarak anlatıyordu.

Ve o an anladım ki.

Bir başkasının senin hayatına, senin kararlarına, sana ait hayallerine ve duygularına dokunmasına izin vermeyeceksin.

Çünkü verdiğin an ne sen kendini bulabilirsin ne de bir başkası...

Tek çözümü...

"AYNAYA BAKTIĞINDA KENDİNİ GÖRMEKTE..."

6 Eylül 2016 Salı

SEBEPSİZ...

İçeride yine büyük bir curcuna. Herkes bir telaş içerisinde , ne olduğunu anlayamadığım tatlı küçük bir kargaşa. Bu kargaşada ne onlara yardım edebilirsin ne de ayak altında dolaşabilirsin.

En iyisi gitmek...

"Ne kargaşası?"diye sorarsanız , özlemle bekledikleri torunlarının ve yeğenlerinin gelişiydi.

Ama şu vardı ki ben bunları sadece uzaktan hayal ediyor,düşlerimde kurup,yıldızlarıma anlatıyorum.

İçten içe nefes alamayacak gibi olsam da yine de çevreme gülümsüyorum.

İnsan zamanla gülümseyerek ağlamayı da öğreniyor.

Asıl içten içe hüzünlenmemin sebebi,benim onların arasından sessizce gitmem gerektiğiydi...

"Neden?"derseniz bunun cevabını bende bilmiyorum.

Ama şundan eminim ,

GİTMEM GEREK...

5 Eylül 2016 Pazartesi

ÖZGÜRLÜĞÜMDE HAPSİM

Yasakladım...

Cesurca hislerimi, içten gülmeyi, saçmalamayı, eğlenmeyi yasakladım...

Neden yasakladım?

"Şartlar" desem birinci bahanem hali hazırda ilk sığınağım.

"Sevmiyorum, ben güçlüyüm, buzlar kraliçesi gibi olmaktan memnunum." demek ikinci bahanem bir nevi B planım.

Veya "Off, size ne ya..!" deyip gözlerimi kaçırmam...

Ve bütün bunlar, kendime yaptığım en büyük kötülük!

Kendimi bile bile şartlar altında kısıtlamak...

Yapabileceklerime, hislerime, kahkahalara boğulmama engel olmak...

Geç mi kaldım sizce?

Ne için geç kalacağım ki?

Evet daha yeni başlıyoruz. İşte o yüzden yeni günü beklemeyeceğim. Güneşin doğmasını, yıldızlara bakıp güç almayı beklemeyeceğim...

Şimdi tüm yasaklarımı kaldırıyorum!

Beni tutan ne varsa silip, atıyorum!

Avuçlarımdan geçip giden, en deli dolu zamanlarımı böyle saçmalayarak yitiremem!

Kendime neden haksızlık yapayım ki?



3 Eylül 2016 Cumartesi

GÜZ YAĞMURU



Yağmur yağıyor bakmaya doyamadığım, yağdıkça huzur bulduğum, içimi ısıtan hislerimi derinleştiren yağmurum...


Tıpkı içime akıttığım gözyaşlarım gibi...


Kimseden izin almadan ama geleceğini haber veren, kırgın ve kızgın olduğumda bardaktan boşalırcasına içime yağdırdığım ama üzülmesinler diye gözlerimi kaçırıp sustuğum...

İçimde saklı bir kalp ağrısı...

Kıvrandırıyor beni ama belli etmiyorum, üzülmesin beni sevenler, bir de ben yük olmayayım bu çileli hayatlarına...

Sormayın ne kendinize ne de bana "AĞRIN NE? KİM YAPTI? NASIL OLDU?" diye.

Yapan yaptı işte. Doktorun bile çare bulamadığı yarama merhem olmaya çalışmayın!

Çünkü kimisi yardım edeyim derken daha çok kanatıyor, kimisi de dindiriyor...

Ama dindiren her zaman bulunmuyor yanımda.

O yüzden bilmeyenler izlesin öylece, dokunmasınlar ne bana ne de yarama!

Elbet içime aka aka kurur o da. Ya da acı içinde kıvrandırır beni kim bilir?!

Şimdi iyiyim ama dimdik ayaktayım.

Yeni kararlarımla geldi mevsimim...

                                                              " SONBAHARIM"




2 Eylül 2016 Cuma

ADINI DENİZ KOYDUĞUM...


Denizim...

Sana olan bu aşkımı kelimelere nasıl döksem diye düşünüp duruyorum öyle.

Var mıdır sana benim kadar kör kütük aşık olan?

Kaçıp gelişlerimde kulağıma "HOŞ GELDİN EVİNE" fısıltılarını aklımdan çıkarmaya cesaret edemediğim...

Rüzgarınla başımı döndüren o kokunu, ciğerlerimin her zerresine kadar içime çektiğim ama bırakmaya korktuğum...

Güneşimin doğuşuna ve batışına eşlik edip günümü süsleyen huzur kaynağım...

Geceleri gökyüzümde yıldızların altında, inci tanesi kadar değerli kumsalım da sana bakarak hayal kurduğum..

Öfkemi kusmak, fısıltınla ve rüzgarınla saçlarımı uçuşturduğun, ayaklarımı yerden kesip beni başka dünyalara götüren denizim...

Seni başkasıyla paylaşmaya tahammül edemediğim, vazgeçilmezim....

Şimdi yanındayım..

Kokunu içime çekmeyi, fısıltılarını duymayı, rüzgarınla saçımı uçuşturmanı bekliyorum.

Beklerken de dalgalarına usulca fısıldıyorum :

Hayat gibi sert olan kayalıklarınla sohbet ediyorum gece boyunca. Bazen sadece gelip geçen gemileri izliyorum sessizce....

Limanda bekleyen insanları görünce kıpır kıpır oluyor içim. Yağmura susamış bir ağaç gibi...

Bazen ise içimdeki fırtınalara eşlik ediyor hırçın dalgaların.

Ve o zaman anlıyorum ki.

Sen sadece deniz değilsin...

Aslında sen benim diğer yarımsın.

Adını "DENİZ" koyduğum...




                                                               


1 Eylül 2016 Perşembe

SAKLI UMUDUM

Çaldılar, tutun onları...
 
Kimse yakalamaya çalışmayacak mı? 
 
Oysa bilmiyorsunuz, en büyük hırsız onlar... 
 
Gülümsememin , gözlerimin içindeki sevginin, şefkatin, yanaklarımdaki kızarmamın kaybolmasının tek sebebi onlar...

"Kim? diye sorup duruyorsanız eğer , hayallerimi her kim çaldıysa onlar...

Belli bir kişi yok ki. Çünkü bunu yapan tek bir kişi değil, kişiler...

Şimdi bir köşeden hem bunu yapanları hem de yaşıtlarımın yaptıklarını izliyorum.

İzlerken de ne hissediyorum biliyor musunuz? Hiiiç!

Ama üzülmüyorum. İçimde sakladığım bir tutam  umudum hala olduğu yerde.

Onlar beni cezalandırdıklarını düşünseler de gökyüzü hala benim.

Her gece bana gülümseyen ay yukarıda...

Günümü aydınlatan güneşim her gün tüm sevgisiyle doğmakta...





31 Ağustos 2016 Çarşamba

ENGEL OLMA...



Ne kendine ne de hayallerine , umutlarına , yapacaklarına , hislerine engel olma...

Zaman ve su bir şekilde akıp gidiyor , sen ne kadar engel olmaya çalışsan da.

Engel olduğunu zannederken sadece çocuklar gibi mızmızlanıp işi yokuşa sürüyorsun. Bunu yapmak yerine suyun akışını bozmamak veya anı yaşayarak pişman olmamak varken neden akışa engel oluyorsun ki?

Hiç denedin mi kendini o suyun sesine bırakıp sadece o anı yaşamayı veya bulunduğun bir ortamın zirvedeki mutluluğunu yaşamayı?

Elbette ama planlamadan sadece anlık , düşünmeden yaşadıkların da almışsındır o zevki, lezzeti.

Sahip olduklarının, kendinin, önündeki fırsatları görmen için kapatma o gözlerini, suyun akışını bozmaya çalışma , gülesin geldiğinde tutma o içindeki coşkulu kahkahanı.

Çünkü sen bunlara ne kadar engel olmaya çalışsan da su akar yolunu bulur, bir şekilde olur.

Bir şeyleri daha iyi yapmaya çalışırken plan kurma.

Sen ne kadar engel olmaya çalışsan da o bir şekilde olur.

Bu yüzden akışın yönünü bozmaktan onu dilediği gibi akmasına engel olma!

En başta kendine...





30 Ağustos 2016 Salı

HER ŞEY...

İçimde derin bir yara.Kanayıp duruyor arada sızlıyor ama ne olduğunu hala çözebilmiş değilim.Neden kanadığını bilsem ilacını bulup bir şekilde tedavi edeceğim. Ama yok düşünüyorum düşünüyorum ne kanatanı ne de neden kanadığını bulabiliyorum.

Nedenini bilmediğim içimde kanayan yaraların kaynağını bulmak ve az da olsa hafifletmek için yine attım kendimi serin suların olduğu mavinin yanına. Şimdi de soruyorum sert, kızgın dalgalara "Bu içimdeki durmaksızın kanayan yara ne? Neden peşimi bırakmıyor ?" diye.

Dalgalardan aldığım cevapsa"Her şey sende saklı.Tüm gerçekler.Bu yaranın sebebi de ilacı da sende."

Tekrar döndüm kendime "Bendeyse neden bir türlü çıkartamıyorum söküp atamıyorum içimden?" Bekledim. Ne kızgın dalgalarım konuştu ne de ben. Bir an sessizliğe büründük ikimizde.

Aslında cevap belliydi de kendime söylemeye korkuyordum. Zaten bunca kayıplarım bu yüzden değil miydi? Arkama bakmadan korkup kaçtıklarım. Söyleyemeyip içime attıklarım.Halbuki kaçmak bir çözüm değildi veya susmak. Bundan nefret ettiğim halde  en çok yaptığım buydu.Akıl almaz bahaneler üretim kendimi kandırıp ,çevremdekileri de kandırdığımı zannetmem.

İşte bulmuştum kaynağını.. Şimdi sıra bunu kendime söylemekte,hemde içimden değil bağıra bağıra. Sert ve kızgın dalgalara doğru dile getiremediğim ne varsa defalarca defalarca söyledim.Başardım. Susmadım.İzin vermedim beni yutmasına. Kırdım kendime vurduğum zincirleri.

Susma.Her ne yaşarsan yaşa vurma kendine zincirleri , kapatma o renkli dünyanı.Bırak ne olacaksa iyisiyle kötüsüyle seninle olsun.İçten gerçek  olsun. Şimdi yaşayamadığın kaçırdığın her fırsat için bir kere bir kere daha söyle ve sonra dalgalar eşliğinde kahkahalarınla canlandır  siyah beyaz dünyanı.

Çünkü her şey içten bir gülümseme de saklı ...





29 Ağustos 2016 Pazartesi

ÇOK GEÇ OLMADAN

Kapattım. Tüm o korkunç, kendimi hapsettiğim, düşüncelerimle beynimi kemirdiğim lanetli odanın kapısını.

Acımadan yaktım. Tüm o eski, kokuşmuş düşüncelerim ve gözyaşlarımla ıslanmış içimi döktüğüm kirli sayfalarımı.

Şimdi duruşumu bozmadan, hayatıma, yeni günüme, her gün güzel , tatlı anılarımı yazacağım günlüğüme, umut dolu kapılarımı açtım.

O kapı hiç kapanmamıştı. Sadece ben gözüme perde indirmiştim. Ama o perdenin arkasında çok şey öğrendim.

Ve o yok artık. Kirli sayfalarımla kül oldu, sonsuzluğa uğurlandı.



Şimdi sen de o perdeyi, içinde saklı düşüncelerini yak , sök at içinden.


Çünkü arkasına saklandığın o kapıda sana ait tüm güzellikleri kaçırıyorsun.

27 Ağustos 2016 Cumartesi

TEK KULLANIMLIK



 Zaman...

Sürekli akıp giden, durmak bilmeyen şey. Kimimizi bekleyişe sürükleyen , kimimizi "Anı yaşayamadım." deyip keşkelendiren...

Bize hem ilaç hem zehir...

Tek kullanımlık hakkı olan. İyi ya da kötü orası size kalmış. Geri getiremeyeceğimiz tek şey...

Tıpkı geçip giden ömrümüz gibi.

Keşkelendiğimiz her zaman ya yeniden doğmak isteriz ya da o anı hiç yaşamamak. Bunu yapmak yerine keşkelerimize kucak açıp geri kalan zamanımızda yapmamaya çalışsak.

Anı yaşasak...

Hayatta en önem vermemiz gereken "ZAMAN" ve o zamanı "İYİ DEĞERLENDİRMEK. "Kendinizi ait hissettiğiniz yerde, sevdiklerimizle...

Her geçen dakikası, saniyesi kalan ömrümüzden gidiyor. Giden geri gelmiyor bu acımasız hayatta.

Şimdi son ver keşkeleyerek zaman kaybetmeye!

Her yeni saatin, dakikanın sana vereceği mutluluğun, huzurun tadını çıkar!

UNUTMA!

TEK ATIŞ, TEK KULLANIM...

26 Ağustos 2016 Cuma

HAYAT TAHTASI

İbrahim B. Mercan imzasıyla
Yaşıyorum...

Cahil cahil, hiçbir şeyin farkında olmadan, yaptıklarımın ne ile sonuçlanacağını düşünmeden ,sanki kendi dünyamda amaçsız ve kuralsız bir şekilde yaşıyorum.

Bir gün canım sıkıldı. Attım kendimi huzuru bulduğum, kendimi ait ve mutlu hissettiğim yere. Denize...

Düşünüyorum. Bunca zamandır yaptıklarıma şöyle bir göz gezdiriyorum. Hatalarıma, başarılarıma, yaptığım iyilik ve kötülüklere şöyle bir göz gezdiriyorum.

Bu sefer elimde kağıt kalemden ziyade tertemiz tahta parçası var. Çivim ve çekicim de hazır.

Soruyorsunuz şimdi" Bu kız delirdi mi ne yapacak bunları?" diye.

Merak etmeyin, aklınıza gelen kötü ihtimalleri yapmayacağım.

Bu zamana kadar birçok başarılara imza attım. Akademik veya yüreklere dokunduğum başarılara...

Bu başarıları sağlayansa büyük resmi görmem.

Zaten bizi başarıya iten de o değil mi?

Tahtada izi kalmış delikler...

Kaybedilenler geri gelmez hiçbir zaman. Gelir de eskisi gibi güçlü olmaz. Bakışlarınız, duygularınız az da olsa körelmiştir. Derin , kapanmayan yaralar açmıştır kalbinizde...

Ama bu yaralar, izler korkutmasın sizi. Onların her biri en güzel öğrenme çeşidi olan "YAŞAYARAK ÖĞRENME" nin bırakmış olduğu izlerdir. Her bir izi , her bir yarayı , yeni güne, yeni yıla ve kendimizin belirleyeceği yeni hayata taşımamızı engelleyecektir.

Ve işte...

Görüyorum, korkmuyorum, gülümsemem yüzümden hiç gitmiyor...

Büyük resmin bana verdiği mesajı aldım.

"Ben göremiyorum diye sakın KORKMA!"

Mutluluğu, huzuru başka birinde aramayıp kendinde bulduğunda sen de göreceksin.

Şimdi sen de al eline tahtanı, çivilerini, çekicini ve başla çakmaya.

Hayat tahtanda sökülmemiş çivi kalmadığında sen de benim gibi büyük resmin anlatmak istediklerini anlayacaksın...

25 Ağustos 2016 Perşembe

SARIL BANA


Küçük masum bir kız...

Gözleri merakla ilk aşkını arıyor...

Her koşulda limanına sığınabileceği, güvende hissedebileceği o ilk aşkını...

"BABASINI"...

O kıza "Karanlıktan korkar mısın?"dediğinde o melek yüzünü hafif buruşturarak "HAYIR!" cevabını alırız. Nedenini sorduğumuzda ise "Çünkü babam yanımda!" der.

Peki ilerleyen zamanda o güvenimiz kırılırsa, ya ilk aşkımıza karşı bir şey hissedemezsek o zaman ne yapmalıyız?

 O anda bize ilaç gibi gelecek olan sıcak bir sarılma...


Her şeyi unutmak, inandığı şeylerin peşinden koşmak , kendi ördüğün duvarları tek bir hamleyle yıkmak için gerekli olan içten bir sarılma...

Olmadığı zaman her şey son buluyor senin için.

Ne durumda olursan ol, her koşulda sığınacağın, kendini ait hissedeceğin bir limanın ve ufacık bir sarılman olsun.

Çünkü içindeki saklı gücü ancak bunlar açığa çıkarır...

24 Ağustos 2016 Çarşamba

HAYATA AÇILAN KAPI


Kimi zaman yalnız olduğumuzu düşünürüz. Kimi zaman da "Çevremde çok arkadaşım var, hiç yalnız kalmıyorum." deriz. Peki hangisi iyi, hangisi kötü?

Aslında iyi-kötü, doğru-yanlış insanların anlatmak istediklerine göre değişir. Mesela, kimilerine göre iyi ve kötüden kastın temelinde hayatı anlamak ve anlatmak vardır.


Hayatı anlamak ve anlatmak kimilerine göre basitken, kimilerine göre zordur. Bu basit ve zorluk, insanların farkındalıklarından doğar.

Bu farkındalığın temelinde ise hayatın biz insanlara sunmuş olduğu birtakım değerler vardır.

Hayat herkesi farklı şekilde sınar. Zaten farklılıklar, zıtlıklar bize aslında iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı daha net bir şekilde görmemizi sağlar. Bazılarımızı erken olgunlaştırır hayat, bazılarımızı ise geç.

Buradaki amaç hayatın bizim eksik kalan yönlerimizi, başımıza birtakım olaylar getirerek bizdeki eksikliği yüzümüze yansıtmasıdır. Ansızın kendimizdeki tek düzeliği fark ettirir hayat ve hemen kendimizdeki eksikliği düzeltmek için bizi harekete geçirir.

İşte hayatın bize sunduklarını iyi bir şekilde değerlendirip üstüne bizden bir şeyler eklediğimiz zaman biz insanlara zevk verir.



23 Ağustos 2016 Salı

KANATLARIN ALTINDAKİ ÖZGÜRLÜK

İbrahim B. Mercan imzasıyla

Küçük bir Yusufçuk kadar olmak...

Kulağa ne de hoş geliyor öyle. Yusufçuk, küçük boylu, boyundan büyük kanatları olan ve kocaman birbirine yapışık iki göze sahip bir böcek.

Bu böcek öyle "Basit bir böcek." deyip geçmek haksızlık olur elbet. Fotoğrafa bakıp geçmek yerine görmeye çalışsak ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Yusufçuk, küçücük bir direğin üstünde o kocaman kanatlarıyla tutunmaya çalışıyor.

Hayat da öyle...

Bizi öyle şekilden şekile sokuyor ki... Kimi zaman boyumuzdan büyük işlere kalkıştırıyor "Büyümüş de küçülmüş."dedirtiyor, kimi zaman da "Bu dal beni taşımaz." dediğimiz şeylere sıkı sıkı tutunduruyor.

Bizim, Yusufçuk gibi kocaman kanatlarımız olmasa da, kendimizi kontrol edip ayakta durmamızı sağlayan aklımız, bilgimiz, deneyimimiz ve gözlemlerimiz var. Ve bunları, doğru şekilde ve doğru zamanda kullanmasını bilirsek, biz de tıpkı bu Yusufçuk gibi  "Erişemem , yapamam"  dediğimiz yerlere kolaylıkla erişip, yapabiliriz.

Ben küçücük bir böceğin kocaman kanatlarıyım. Özgürlük avucumda ama bilmiyorum, "Ne yapmalıyım?".

20 Ağustos 2016 Cumartesi

MAVİDE BULDUĞUM HUZUR

Denizin içinde huzuru aramak?

Kimisine göre kulağa hoş, kimisine göre de saçma geliyor. Bence denizin içinde huzuru aramak en güzeli. Rüzgarın teninize dokunuşu, denizin dinlendirici müziği, güneşin eşsiz batışı...

Bütün bunları hayal ederken bile yüzümden gülümsememi, gözlerimin parlamasını eksik etmiyorum.

Deniz kıyısına her gittiğimde görünen en uzak yere kadar gitmeyi istemişimdir hep. Küçükken denizin orada bittiğine inanırdım.

Ya denizden gelen o muazzam koku... Rüzgarın teninize dokunuşu...

İşte benim en sevdiğim tadına doyamadığım an, o an.

Neden bilmiyorum ama deniz bana huzur veriyor. Üzüntülerimi, pişmanlıklarımı bir anlık da olsa siliyor aklımdan. Gözlerimi kapattığımda kendimi o eşsiz doğanın güzelliğine bıraktığımda işte ''Ben seninim.'' diyorum denize karşı. Denizi sevdiğim kadar hoşlandığım diğer şey de ''Rüzgar''.

Estiği zaman yanağımı okşaması, beni sarmalaması, saçlarımı uçuşturması hepsi bana o kadar iyi geliyor ki...

Şimdi bu muhteşem güzellikte huzur aranmaz mı?







İSTANBUL KARANLIK


 
İbrahim B. Mercan imzasıyla


Bu resim size ne ifade ediyor?

Baktığınız anda aklınıza basit bir İstanbul resmi gelebilir. Her basit dediğimiz şeyler o kadar çok, eşsiz güzelliklerin, farkına varılıyor ki. Ama bu görebilen için böyledir.

Hayatınızı gözden geçirdiğinizde en güzel, ''Asla bu geceyi unutamam.''dediğiniz o an akışın size sunduğu andır.

Gel gelelim bu eşsiz tablonun bize anlatmak istediğine;

''İSTANBUL''. Hayallerin, umudun, neşenin, öfkenin, heyecanın, üzüntünün bir arada yaşandığı şehir. Cihan padişahlarının vermek istemediği ama yabancı ülkelerin durmaksızın almaya çalıştığı Büyük Konstantiniyye.

Tüm güzelliği ve benliğiyle herkesi etkileyen yaşam aşkı...

Bu aşk,gerçek yüzünü gecenin karanlığına sığınıp bütün duru güzelliğini ortaya çıkarıyor.

Bütün iç güzelliklerimiz gecenin, gökyüzündeki yıldızlara baktığımızda ortaya çıkar. O yorucu İstanbul, yıldızlar altında gerçek güzelliğini ortaya koyuyor.

Ve İstanbul...

Tüm gerçekliğini herkese göstermek istemeyen, gecenin karanlığında ortaya çıkan, hayallerin, sevginin en doyumsuz yaşanılası gelen şehir.

Şimdi bu tablo sıradan İstanbul manzarası mı yoksa daha fazlası mı?



18 Ağustos 2016 Perşembe

Korkma! Kendin ol!


Hayattan biraz uzaklaşıp, kendi hayatımızı bir başka gözle değerlendirmek gerekir. Hatalarımızın, umutlarımızın, düşüncelerimizin neden bu halde olduğunu ve neden bu haldeyiz gözlemlemek gerekir.

Çoğumuz kendimiz için değil başkaları için yaşarız. Onların istek ve arzuları üzerine hareket ederiz. "O ne der?, Acaba beğenir mi?" gibi sorularla bunaltıyoruz kendimizi.

Neden bir başkası için bunu yapıyoruz ki? Bizi üzdüğünü, yaşamımızı kısıtladığını bildiğimiz halde neden bu başkaları için yaşayış düşüncesi? Nereden geliyor bu kulak aşinalığı? Sizi bu hale getiren, bu kadar körelten şey nedir?

Bir an kendiniz için zamanı dondurun. Akmasın o süre, batmasın o güneş, akşam olunca sönmesin umutlarınız.Bir durup düşünün,"Ben kimim?" bu yaşıma kadar neler yaptım, söyledim, saçmaladım diye durup bir düşünün.

Ve sonra silkelenin, toparlayın ve kendinize "Bu ben değilim, daha fazlasıyım." "Beni kısıtlayını hayatımdan atmalıyım. " " Bu hayat benim, şartlar  beni ne kadar zorlasa da o şartlar dahilinde yine özgürlüğümün ve isteklerimin peşinden gideceğim.

" Yaşamaktan, düşüncelerinizi, yapacaklarınızı, özgürce ve düşünmeden yapmaktan korkmayın. En büyük kısıtlayıcı sizsiniz. Kendinizi yok saymanız, kendinizi sürekli ayna karşısında sorgulamanız, insanların düşüncesini önemsemeniz ve her gün güzelliğiniz için baktığınız o aynaya bir kez de kendi iç güzelliğiniz için bakmamanız.

Şimdi kalkın, bakın aynaya ve sorun kendinize:

"Ben kimim?, Ne için yaşıyorum?, Mutlu muyum?, Beni bu hale getiren ne?, Ne zaman bu hale geldim?, Neredeyim ve nerede olmak istiyorum? " gibi soruların cevaplarını bulun kendinizde.

Sonra kendinizin farkına vardığınız anda anne babanıza, sevgilinize, işinize sımsıkı sarılın.

Onlara" Seni seviyorum. "demekten, sarılmaktan korkmayın.

Çünkü sizi siz yapan onlar, canlarınız...


13 Ağustos 2016 Cumartesi

Masamdaki Yüz

İbrahim B. Mercan imzasıyla...
Hayatın tüm izlerini, zorluklarını çeken bir anne. Geçip giden yıllarını özlemle anan, ertelediği mutlulukların pişmanlığını yıldızlara anlatan ama duruşunu bozmayan, gözlerindeki yaşama coşkusu az da olsa kalan biri.

Ama korktuğu bir şey var. O da yalnız kaldığında gerçekliğinden kaçamadığımız yansımalarımız. Kimi zaman bakmaya korktuğumuz, görmek istemediğimiz o yansıma...

O yansımada öyle bir şey var ki, kimsenin göremeyeceği, sadece senin görebildiğin en değerli şey. Ve o da çok iyi biliyor ki, gerçekler uzakta geçip giden yıllardaki sen değil,  tam da önünde duran, bakmaya korktuğun masandaki masandaki yüz...

Korkma! Önemli olan ne biliyor musun? Masaya düşen izdüşümünü bağrına basmak, hiçbir şeye aldırış etmeden, yapmak istediğini duruşunu bozmadan ama içten gülümseyerek yapmak...

Soruyorum size:

Masaya düşen yüz mü sizin yoksa masaya bakmaya korkan yüz mü?


11 Ağustos 2016 Perşembe

Renkli Hayaller

İbrahim B. Mercan imzasıyla
 
Ne gideni geri getirebilir hayat, ne gelen gideni aratır... Bunların hepsi birer hikaye...
 
 
İşte bu hikayenin içinde, her türlü zorluğa kendini kaybetmeden göğüs geren bir kahraman. Bunu yaparken dikkat ettiğiyse, başını öne eğmemek ve gülümsemesini kaybetmemek...
 
 
O da biliyor ki, gerçek olan tek şey gökyüzündeki bulutlar, herşeye rağmen tükenmeyen umutlar...
 
 
 


30 Temmuz 2016 Cumartesi

Hayatın İzleri

Ibrahim B. Mercan imzasıyla


İzlerini bırakıp yol almış hayat... Ama yüzündeki gülümsemeyi alamamış...

Görmüş geçirmiş Ayşe Aba... Ama yıkılmamış, usanmamış, tutunmuş hayata...

Sevenlerine ve bize en güzel hediyeyi bağışlamış...

Bir anlık Gülümseme...

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Anlık Hikayeler...

Zamanı durdurabilen tek şey...

Bir dokunuş...

Bir saniyeliğine de olsa duruyor herşey...

Sonra...

Sonrası aynı...

Devam eden hayatlar...

Ama o an artık elimde...

Ben ve küçücük pencereme takılanlar...

Bir anlık dokunuş...

Belki bir anlık gülümseme...

Belki hüzün... Bazen neşe...

Ama hepsi bir karenin içinde...

Bir dokunuşla dolan kareler...

Karşınızda ANLIK HİKAYELER...